Almanyada 2.5 sene çalışmış biri olarak aramızdaki farkları size yaşadığım deneyimlerden, kendi gözlerimden anlatmak istiyorum.Değerlendirmesini siz yapın biz neye layığız ve neye sahibiz.
Şöyleki;
İşe alındığımda öncelikle haklarımı, yıllık iznimi, maaş miktarımı, çalışma saatlerimi vs gibi bilgileri içeren bir kontrat imzaladık karşılıklı olarak.(ki sonra Türkiye'ye döndüğümde böyle birşey yok mu diye sorduğumda
arkadaşlarım bile bana güldü.ne kontratı ya diye.) Doğru ya ne kontratı herkesin sözü senet bu ülkede.
Hani biz kadınlarımızı gaza getiriyoruz ve de geliyoruz ya çocuk da yapsınlar kariyer de diye.Sonra o çocukları bakıcılar, kreşler büyütüyor.Almanya'da bir kadının yada herhangi birisinin yarı zamanlı çalışma hakkı var.İster yarım gün, ister 2/3 gün, nasıl bir yüzdeyle çalışmak istiyorsa maaşı buna göre belirleniyor ve bir anne gerçek anlamda hem ailesiyle ilgilenebiliyor hem de kariyeriyle.Böyle bi opsiyonu Türkiyede işvereninize sorduğunuzu bir düşünsenize...
İşe ilk girdiğim günlerden birinde öğle yemeğinde iş arkadaşlarımdan biri nisanda tatile gideceğini söylediğinde neden tatilini yazın kullanmıyorsun diye sormuştum.Bana bakıp e yazın da tatile çıkarım demişti.Şaşırmıştım. Bir mimar yılda 1 ve 1 veya 2 haftadan fazla tatile çıkarmıydı hiç? Almanya'da işe yeni başlayan bir insanın yıllık izni 25 işgününden başlıyor! Yaklaşık 1.5 ay yani. Yaşın arttıkça da bu sayı artıyor. Aynı şekilde bir insanın değeri de deneyimiyle doğru orantılı. Yani bildiği programlara göre değil, kaç yıllık deneyimi varsa ona göre maaşı belirleniyor.Maaşınızda zaten sigortayı düşük göstermek gibi bişey sözkonusu değil.Maaşınız kadar sigorta ve emeklilik primleri yatıyor. ve sigortanız herşeyi karşılıyor.Bi keresinde Türkiyede özel hastaneye gitmiştim. Almanyadaki sigortam onu bile karşılamıştı.
Mesleki çalışma şartlarımızdan ötürü üniversite yıllarımdan beri çok fazla sırt ve bel ağrılarım var. Almanya'da aynı sigorta bana iş yerinde daha uygun koşullarda çalışabilmem için yüksekliği ayarlanabilir elektronik bir masa temin etti. yani artık hep oturmak zorunda değildim.Hem oturarak hem de ayakta çalışabiliyordum.Çalışmak eziyet haline gelmiyordu.
Fazla mesai yaptığımız olmuyor muydu, tabiiki oluyordu.Dünyadaki hemen hemen her mimarlık ofisi bu şekilde çalışıyor ama bu durum çoğunlukla teslim zamanlarında oluyor yani normal zamanlarda mesai saati bitiminde çıkmak ayıp bişe değil:). Ayrıca bu fazla mesailerin karşılığını teslimi yaptıktan sonraki birkaç gün izin alarak ya da para karşılığında alabilyorsun.Doğal olarak ne patron fazla mesai yapmanı istiyor ne de sen.
Bunun dışında ofis motivasyonunu arttırabilecek etkinlikler, sportif aktiviteler, yaz partileri, yılbaşı partileri, mimari geziler vs. Tabi bunlar bize fazla lüks değil mi:) O zaman detaya girmeye gerek yok.
Avrupanın her şeyini örnek gösteriyoruz da niye uygulayamıyoruz? Bir dönüp bizler kendimize de sormalıyız.Hata biraz da bizde olabilir mi acaba?Gerçekten biz koyun muyuz?
Aslında birbirimizi motive etmek, beraber düşünmek, birlikte hareket etmek çok mu zor acaba? Yoksa hırslarımıza yenik düşmek, patronun gözüne girmek ve hayatımızdan ödün vermek daha mı tatlı geliyor.
PS: Fazla didaktik ya da özendirici olmak istemezdim ama bu böyle.
PS2:Peki şimdi neden döndün Türkiyeye derseniz.Tamamen duygusal nedenler.
Gülnar Ocakdan
Yoksa hırslarımıza yenik düşmek, patronun gözüne girmek ve hayatımızdan ödün vermek daha mı tatlı geliyor.
YanıtlaSilbu daha tatlı mı geliyor bilmiyorum ama galiba esas sorun senin yaptığın işi yapabilecek çok insan var, bu sistem içinde otoriter rejimi içine sindirebilmiş bireylerle çalışıyoruz. ve bunun karşılığı da patronun gözüne girmek sırt sıvazlamak, ya da en kötüsü ise para.
Bütün bunların sonucunu buna bağlamış gibi duruyor sonuç paragrafı aslında ama tek neden bu değil tabiiki, bu sadece biri.amaç bizim de elimizden birşey gelip gelemeyeceğini sorgulamak.otoriter rejimi içimize sindirip oturmak ve bunu devam ettiren nesiller olmak zorundamıyız,bu döngünün içinden çıkamazmıyız gibi sorulara cevap aramak.ya da en azından paylaşmak..
YanıtlaSilöncelikle düşünce tarzımızı değiştirmemiz gerekiyor; ama şu ama bu demek yerine ben ne yapabilirim, ben nasıl daha fazla para kazanabilirim, ben nasıl sigortamı alabilirim, ben nasıl tatil izni alabilirim bunları düşünmeye başlamak gerekiyor.
YanıtlaSil"amaaan birşey değişmez" demeden önce bir sormaya başlayın bunları kendinize, belki birşeyler çıkartırsınız kendiniz için
gülden
ve ilk yorumu yapan arkadaşım
YanıtlaSilmesela iki kişi aynı iş görüşmesine gidiyoruz. varsayalım şantiye... veya diyelim 5 senelik deneyimli proje koordinatörü... ikimizin de nitelikleri aynı, sence aşağıdakilerden klmi seçerler?
bu sistemi içine sindirmiş birisini mi? yoksa kendisine güvenen sistemi kendisine göre koordine eden birisini mi? bu sistemi koordine eden kişi genelde sorgulayan, yanlışları düzelten, prensipli birisidir. diğeri ise "amaan bu iş de böyle oluversin", "ben ne yapabilirim ki,?" gibi düşünceleri olandır.
ve iş görüşmesinde tabii ki de daha fazla maaş talep etse de sistemi koordine edeni seçerler.
burada benim anlatmak istediğim sizin tavırlarınızdır en başta yaşam koşullarımızı belirleyen. herkesin hakkını, mimarların yaşam koşullarını bir kenara bırakın, sırf daha fazla maaş alabilmek, daha fazla izin günü kullanabilmek için bakış açımızı, düşünce tarzımızı değiştirmeliyiz.
sonuçta rahatsız olduğumuz bir sistemi değiştirmek istiyorsak en başta kendimizden başlamamız gerekiyor
Değişmez bu düzen, Türk baştan yaratılamaz..
YanıtlaSil